Türkçe çevirisi aşağıdadır
Liebe Freund*innen,
wie wir alle sind wir schockiert und traurig über die verheerenden Opfer der Erdbebenkatastrophe, die sich heute vor einer Woche ereignete und die Tausende von Menschenleben gefordert hat. Bis heute wurden bereits über 40.000 Tote registriert, 75.000 Verletzte und ungezählte Verschüttete, die lebendig unter den Trümmern ihrer Häuser begraben sind. Nach Angaben der Weltgesundheitsorganisation könnten rund 23 Millionen Menschen von den Folgen betroffen sein.
Erdbeben lassen sich nicht verhindern. Und doch handelt es sich nicht einfach um eine Naturkatastrophe. Nach dem großen Schock und der Trauer wächst bei den Menschen in der Türkei die Wut über die Politik von Präsident Erdoğan, der behauptet, dass „diese Dinge einfach passieren und Schicksal sind“. Nein. Bereits 1999 starben bei einem Erdbeben in der Türkei mehr als 20.000 Menschen. Das damalige Projekt, innerhalb von 3 bis 4 Jahren erdbebensichere Häuser in der Region zu bauen, wurde von der Regierung abgelehnt und alle Warnungen der Wissenschaftler wurden in den Wind geschlagen. Vor fünf Jahren wurde mit dem „Gesetz für Baufrieden“ sogar eine große Zahl von Schwarzbauten in der Türkei legalisiert, so dass der Bau von Krankenhäusern auf Verwerfungslinien genehmigt wurde und Pfusch am Bau mit diesem Gesetz zur Staatspolitik wurde. 13 Millionen Gebäude wurden von den Bauherren mit der Summe von 20 Milliarden türkischen Lira legalisiert, wohl wissend, dass diese Häuser beim nächsten Erdbeben wieder wie Kartenhäuser zusammenfallen werden.
Solidarität und Hilfsbereitschaft sind das Gebot der Stunde. Vor Ort werden Überlebende und Verletzte gerettet, Lebensmittel, medizinische Versorgung, Schlafmöglichkeiten, Kleidung und neue Unterkünfte organisiert. Millionen von Menschen sammeln Geld und Sachspenden, reisen in die Katastrophengebiete, um zu helfen, tun, was sie können, unabhängig davon, ob sie selbst Angehörige dort haben oder nicht. Das ist nicht nur allgemein bitter nötig, sondern vor allem deshalb, weil die Erdbebenmaßnahmen der türkischen und syrischen Regierung mehr als fragwürdig sind. Es ist erschütternd zu erfahren, dass Erdoğan in der Nacht vom 6. auf den 7. Februar, also einen Tag nach dem Erdbeben, die Erdbebenregion um Tal Rifaat in Nordsyrien bombardiert hat, eine Region, in der sich Tausende kurdische Flüchtlinge aus der Region Afrin befinden. Auch setzt die türkische Armee ihre Angriffe auf die kurdische Autonomieregion Rojava weiter fort. Die Helfer des „Kurdischen Roten Halbmonds“ werden von türkischen Grenzposten abgewiesen. Das reaktionäre Assad-Regime lässt auch die Hilfsgüter des „Kurdischen Roten Halbmonds“ nicht über die Grenze und macht es zur Bedingung, dass sie 50 % der Hilfsgüter an der Grenze abgeben müssen! Anstatt alle Grenzen zu öffnen und alle Hilfsgüter sofort und unbürokratisch in alle betroffenen Gebiete zu transportieren, wird die Blockade Nordsyriens durch die Türkei aufrechterhalten und die kurdischen Gebiete werden bewusst vernachlässigt.
In seiner ersten Rede, noch bevor er auf die verheerende Situation einging, drohte Erdoğan Menschen, die nach seinen Worten „Fehlinformationen“ in der Gesellschaft verbreiteten. Am zweiten Tag nach dem Erdbeben schränkte er Twitter für etwa zwei Tage ein, was auch Menschen störte, die den Aufenthaltsort von Opfern mitteilten, damit die Menschen sie finden konnten. Journalisten und Demonstranten wurden in Gewahrsam genommen, weil sie sich gegen die Untätigkeit und damit Unvorbereitetheit des türkischen Staates ausgesprochen hatten.
Es ist nicht verwunderlich, dass die europäischen Regierungen, auch oder gerade die deutsche, keine klaren Worte der Kritik an diesem Verhalten finden, auch nicht während des Erdbebens. Sie zeigen mehr denn je ihre Doppelmoral und schweigen auch gegenüber der türkischen Regierung und den Sanktionen gegen Syrien, die auf beiden Seiten die Situation verschlimmern und in der Vergangenheit die gesellschaftlichen und politischen Verhältnisse verschlechtert haben. Frau Baerbock kündigt an, das Personal der Auslandsvertretungen in der Türkei zu verstärken, um die Ausstellung von Visa für Schutzsuchende aus den Erdbebengebieten zu beschleunigen. Es stellt sich jedoch die Frage, warum man nicht einfach die bürokratischen Vorschriften vorübergehend aufhebt, wie es vor einigen Monaten beim Angriff Russlands auf die Ukraine geschehen ist, damit die Menschen, vor allem Kranke, Kinder und ältere Menschen, so schnell wie möglich in Sicherheit kommen und bleiben können, bis sie in ihre Häuser zurückkehren können. Die Menschen haben durch das Erdbeben ohnehin alles verloren, sie haben keine Pässe und Personalausweise mehr, kein Geld … es ist kalter Winter dort und jeder Tag zählt!
Wir möchten am nächsten Samstag ein Zeichen setzen und laden breit zu einer gemeinsamen Trauer-, Gedenk- und Solidaritätsveranstaltung mit den Erdbebenopfern ein. Die Veranstaltung soll am 18. Februar 2023 um 17 Uhr auf dem Scheinerplatz vor dem Apollotheater in Siegen stattfinden.
Wir möchten alle Toten, Verletzten ihrer Angehörigen und gedenken und den vielen Helfern die Ehre erweisen, die sie verdient haben! Wir möchten mit dieser Veranstaltung zeigen: Ihr seid nicht allein. Wir fühlen mit euch und wir lassen euch nicht im Stich. Wir organisieren Solidarität, Hilfe und gegenseitige Unterstützung, unabhängig von Nationalität oder Glauben! Jeder Mensch ist es wert.
Wir möchten euch bitten, Kerzen und Blumen mitzubringen. Jede Form der Unterstützung ist ausdrücklich willkommen, selbstverständlich auch Spenden. Wer Beiträge zur Veranstaltung leisten möchte, kann sich beim Internationalen Zentrum Siegen e. V., melden (iz-siegen@riseup.net).
Türkçe
6 Şubat sabahı meydana gelen ve binlerce insanın hayatına mal olan deprem felaketi hepimizi derinden sarstı ve üzdü. Şu ana kadar 40,000’den fazla öldüğü, 75,000 kişinin de yaralandığı açıklansa da gerçek bunun kat kat ötesindedir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre yaklaşık 23 milyon insan bu felaketin sonuçlarından etkilenmiştir. Afetten bir hafta geçtikten sonra, Erdoğan hükümeti iki gün gecikmeyle başlattığı arama kurtarma çalışmalarının bittiğini, enkaz kaldırma çalışmalarına başladığını duyurmuştur. Evlerinin enkazı altında kalan binlerce kişinin cesedinin ağır iş makinelerinin kepçeleriyle çıkartılması görüntüleri yakınlarını ve kamuoyunu derinden yaralamaktadır.
Depremler önlenemezse yaşadığımız bu tür olaylar doğal afet olmanın ötesinde, kapitalist imar rantı hırsıyla denetimsiz ve çok katlı binalarla dolu hormonlu şehirlerde devasa ölçekli katliamlara yol açmaktadır. Yaşanan büyük yıkımın şoku ve kederi sürerken, Türkiye kamuoyu kurtarma ve yardımlaşma çalışmalarına seferber olmuşken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın „bu tür şeylerin sadece olduğunu ve kader olduğunu“ iddia eden sözleri halkın büyük bir kısmının öfkesini arttırmıştır. Hayır, deprem değil, kader değil, sizin rant odaklı imar politikalarınız binlerce insanı diri diri enkazların altında bıraktı.
Halbuki, 1999 yılında Türkiye’de meydana gelen depremde de 20.000’den fazla insan ölmüştü. O dönemde ülkenin yüzde 65’inin deprem açısından riskli olduğu gerçeği gözetilerek imar kanunları, yapı denetimi, arama kurtarma çalışmaları, depremden etkilenen bölgede 3-4 yıl içinde depreme dayanıklı evler inşa etme çalışmaları başlatılmış. Bunun için her yıl halktan özel tüketim vergileri aracılığıyla deprem fonunda toplanmak üzere 10 milyarlarca dolar toplanmıştır. Erdoğan hükümetleri 2004-2005 yıllarından beri, bilim adamlarının depreme ilişkin bütün uyarılarını bir kenara atıp, bütün bu düzenlemeleri geçersiz bırakan, denetimsiz-plansız sadece ve sadece emlakların rant artışını hedefleyen oldukça sağlıksız bir ekonomi politikasına yöneldi. Deprem vergileriyle toplanan paralar da Türkiye’nin dört bir yanında büyük çağlı bir inşaat hareketine yol açan bu çılgın kentsel dönüşüm sürecine harcandı.
Hatta 2018 seçimleri öncesinde, yani beş yıl önce, „İmar Barışı Yasası“ ile Türkiye’de çok sayıda çarpık yapılaşma yasallaşmış, fay hatları üzerinde hastane yapımına onay verilmiş ve bu yasayla yıllardır devam eden çarpık yapılaşmanın üzerine tüy dikilmiştir. Bu yasayla birlikte, yasalara-imar kurallarına aykırı biçimde yapılmış 13 milyon bina, 20 milyar Türk Lirası karşılığında yasallaştırılmıştır. Bunun ne büyük bir suç olduğunu maalesef depremde kaybettiğimiz on binlerce insanın canıyla bir kez daha anladık.
Rojava’ya Dönük Askeri Abluka ve Engellemeler Deperem Trajedisini Büyütüyor!
Depremin ertesi günü, 6 Şubat’ı 7 Şubat’a bağlayan gece Erdoğan’ın Suriye’nin kuzeyinde, Afrin bölgesinden gelen binlerce Kürt mültecinin bulunduğu Tel Rıfat çevresindeki deprem bölgesini bombalaması da ne kadar dehşet verici bir iktidar anlayışıyla karşı karşıya bulunduğumuzun bir göstergesi. Türk ordusu Rojava’ya yönelik saldırılarını sürdürürken, „Kürt Kızılayı-(Heyva Sor)“un yardım görevlileri Türkiye sınır muhafızları tarafından geri çevriliyor. Gerici Esad rejimi „Heyva Sor“un yardım malzemelerinin sınırdan geçmesine izin vermiyor ve yardım malzemelerinin %50’sini sınırda teslim etmelerini şart koşuyor! Tüm sınırların açılması ve tüm yardım malzemelerinin etkilenen tüm bölgelere derhal ve bürokratik olmayan bir şekilde ulaştırılması gerekiyor. Her iki devletin Rojava’ya dönük ablukasının deprem koşullarında bile sürdürülmesi açık bir insanlık suçudur.
Dayanışma Yaşatır!
Dayanışma ve yardıma hazır olma günün emridir. Sahada, hayatta kalanlar ve yaralılar kurtarılıyor. Milyonlarca insan para ve ayni bağış topluyor, yardım etmek için afet bölgelerine seyahat ediyor, orada akrabaları olup olmadığına bakmaksızın ellerinden geleni yapıyor. Bunlarla, yiyecek, tıbbi bakım, kıyafet, ayakkabı, uyku tulumu, battaniye gibi ihtiyaçlar karşılanıyor. Bunların yanında komün yemekhaneler, komün marketler, çadır, tuvalet ve konteyner gibi barınma ihtiyaçlarına ilişkin mekansal çözümler geliştirilmeye çalışılıyor. Bu dayanışma toplumun, kardeş halkların, dostların kolektivist insani bir refleksi olarak gelişmiş olsa da, özellikle Türk ve Suriye hükümetlerinin deprem önlemleri ve kriz yönetimi sistemlerinin yozlaşmış ve işe yaramaz olmasından dolayı, dayanışmanın bir süre daha sürdürülmesinde yarar bulunuyor.
Avrupa Erdoğan’ın Artan Baskılarına Ses Çıkarmalıdır
Erdoğan ilk konuşmasında, daha yıkıcı duruma değinmeden önce, sözlerine toplumda „yanlış bilgi“ yaydığını söylediği muhalifleri tehdit ederek başladı. Depremin ikinci gününde Twitter’da bant daraltma uygulamasıyla, yaklaşık iki gün boyunca kısıtladı. Bu nedenle enkaz altındaki insanların dışarıdaki yakınlarıyla paylaşımlarının, kurban yakınlarının enkaz altında hayatta olanların konumlarını paylaşarak arama-kurtarma ekiplerinden yardım taleplerini duyurmalarını engellemiş oldu. Gazeteciler ve pek çok tweeter kullanıcısı bu duruma karşı seslerini yükselttikleri için gözaltına alındılar.
Avrupa hükümetlerinin, özellikle de Alman hükümetinin, deprem sırasında bile bu baskıcı uygulamaları eleştirecek söz bulamaması şaşırtıcı olmasa da kabul edilebilir değildir. Türk hükümeti ve Suriye devletinin Rojava’daki depremzedelerin durumunu ekstra zorlaştıran, kötüleştiren abluka, saldırı ve kısıtlamalarına karşı da sessiz kalıyorlar. Bayan Baerbock, deprem bölgelerinden sığınma talep edenlere vize verilmesini hızlandırmak amacıyla Türkiye’deki yurtdışı temsilciliklerinin personel sayısının arttırılacağını duyurdu. Ancak akla şu soru geliyor: Neden birkaç ay önce Rusya Ukrayna’ya saldırdığında yapıldığı gibi bürokratik düzenlemeler geçici olarak kaldırılmıyor da insanlar, özellikle de hastalar, çocuklar ve yaşlılar mümkün olan en kısa sürede güvenli bir yere ulaşıp evlerine dönene kadar burada kalabilmelerine izin verilmiyor? İnsanlar deprem nedeniyle zaten her şeylerini kaybetmiş durumda, artık pasaportları ve kimlik kartları yok ve daha önemlisi paraları yok. Deprem bölgesinde çok soğuk bir kış var ve her gün önemli!
Sizleri depremde yitirdiğimiz canları anmak ve depremzedelerin yaslarını paylaşıp, dayanışmamızı büyütmenin yollarını konuşmak üzere, önümüzdeki Cumartesi günü (18 Şubat 2023) saat 17:00’de Siegen’deki Apollotheater’in önündeki Scheinerplatz’a davet ediyoruz. Bu etkinlikle depremzedelere yalnız olmadıklarını göstermek, acılarını paylaştığımızı, kendilerini terk etmeyeceğimizi göstermek istiyoruz. Din, dil, ırk farkı gözetmeksizin tüm bölge halklarına dayanışmamızı, desteğimizi göstermek için etkinliğimize mum ve çiçek getirmenizi rica ediyoruz. Etkinlikte ayrıca, derneğimizin geçen hafta başlattığı yardım kampanyasında toplanan bağış ve malzemelerin nasıl kullanıldığına ilişkin bilgilendirme de yapılacaktır. Depremzedelerin halen pekçok ihtiyacı olduğu için parasal bağışlar da dahil, her türlü desteğe açığız.